Bugün Toledo şehrine geçmeden önce Madrid’te Ebu Bekir Cami ziyaret edilmiştir. Burada aynı zamanda İspanya İslami Topluluklar Birliği’nin (UCİDE) yetkilileri ile görüşülmüştür.
Sonrasında Madrid’ten ayrılarak 80 km güneye Toledo’ya geçilmiştir. Toledo üç yanı büyüleyici Tajo Nehriyle çevrili engebeli bir tepenin üzerinde yer almaktadır. Şehrin Romalılar zamanındaki adı Toletum’dur. Milattan sonra sekizinci yüzyılda Cebelitarık Boğazını geçen Tarık Bin Ziyad komutasındaki Müslüman Arap birlikleri İber Yarımadasının büyük bir bölümünde denetimi ele geçirdiler ve Toledo’yu almışlardır. Müslümanlar şehrin adını Tuleytula olarak değiştirmişlerdir. 750 yılında, Bağdat’ta halifeliklerini ilan eden Abbasiler, İspanya’da, Endülüs Emevi Devletini kurmuşlardır. Böylece Toledo’da Endülüs Emevileri dönemi başlamıştır. Bu dönem Endülüs’ün en parlak dönemi olarak bilinmektedir. Çünkü Emeviler hem sanatta hem bilimde oldukça iyi safhalara gelmişlerdir. Birçok bilim adamı yetiştirmiş, dünyanın en geniş kütüphanelerine sahip olmuşlardır. Endülüs Emevileri; İber Yarımadasını 800 yıl, Tuleytula’yı 350 yıl yönetmişlerdir. Bu dönem boyunca Endülüs sınırlarında yaşayan bütün azınlıklar, en önemlileri Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar olmak üzere, büyük bir hoşgörü içerisinde yaşamışlardır. 1085’te bu şehir Müslümanlardan alınarak İspanya’ya başkent yapılmıştır.
Tuleytula ya da şimdiki adıyla Toledo, eski taşlarla yapılandırılmış görkemli bir şehir: Antik taşlı yollar, şatolar… Biz de Toledo’nun daracık sokaklarını buralarda daha önce yaşamış Müslümanları düşünerek arşınlıyoruz. Del Cristo de la Luz Camisi’ni ziyaret ettiğimizde ise bu caminin Müslümanlardan sonra önce kiliseye çevrildiğini bugün ise müze haline gelmiş olduğunu görüyoruz. Kılıçları ve silahlarıyla ünlü bu şehri diğer bir eski İslam şehri Kurtuba’ya gitmek üzere terk ediyoruz.
Toledo’dan Kurtuba’ya giderken yollarda hep zeytin bahçeleri görüyoruz. Şeyh Semih Efendi zeytin ağacının Müslümanların buralardan geçtiğine bir işaret olduğunu belirtiyor.
Yolları sokakları turunç ağaçlarıyla bezeli Kurtuba’ya(Kordoba) ancak gün batımında varabiliyoruz. İlk işimiz eski Kurtuba Ulu Cami’yi ziyaret etmek oluyor. Endülüs Emevilerine başkentlik yapmış Kurtuba’da o dönemde 600 cami bulunmuştur. Bu camilerin değerli mermerlerden yapılmış sütunlarla dolu en ihtişamlısı ve Kurtuba Ulu Cami olmuştur. Vadil-Kebir nehri kenarında yer alan caminin temeli 786’da I. Abdurrahman tarafından atılmıştır.
Hıristiyanlar, 1492’de Endülüs Devletini mahvedip Kurtuba’ya girince, ilk iş olarak, bu camiye saldırmışlardır. Hristiyan olmak istemeyen ve camiye sığınan Müslümanları katletmişlerdir. Fildişinden yapılmış rahleleri ve altın minberi parçalayarak aralarında paylaşmışlardır. Minberde saklanan ve hazret-i Osman’ın yazdığı Kur’an-ı Kerim’in bir eşi olan inci ve zümrütle işlenmiş nefis Mushafı ayaklarının altına alarak çiğnemişlerdir. Bu olayda en azından 400 kıymetli mermer sütun yıkılmıştır. Sonrasında ise Kurtuba Ulu Cami bir katedrale dönüştürülmüştür.
Kurtuba’yı terk etmeden önce bulabildiğimiz küçük bir camide oradaki Müslüman kardeşlerimizle buluşuyoruz. En büyük duamız buraların yeniden İslam olması ve Kurtuba Ulu Cami’den yeniden ezan sesleri yükselmesi.